Enerji Platformu | Türkiye'nin Kapsamlı Enerji Bilgi ve Haber Merkezi



379633837-enerji-platformu-turkiye-nin-kapsamli-enerji-bilgi-ve-haber-merkezi.png
Küresel Hidrojen Ekonomisinin Üretim, Teknoloji ve Politika Dinamikleri Üzerine Bir Değerlendirme
Hidrojen, enerji dönüşümünün merkezinde yer alan stratejik bir enerji taşıyıcısı olarak küresel ölçekte giderek daha fazla önem kazanmaktadır. Bu çalışmada hidrojenin üretimden tüketime, yatırımdan politika uygulamalarına kadar uzanan geniş bir alanı kapsamaktadır

Küresel Hidrojen Ekonomisinin Üretim, Teknoloji ve Politika Dinamikleri Üzerine Bir Değerlendirme

Hidrojen, enerji dönüşümünün merkezinde yer alan stratejik bir enerji taşıyıcısı olarak küresel ölçekte giderek daha fazla önem kazanmaktadır. Bu çalışmada hidrojenin üretimden tüketime, yatırımdan politika uygulamalarına kadar uzanan geniş bir alanı kapsamaktadır. Çalışmaya göre, küresel hidrojen talebi 2024 itibarıyla 100 milyon tona ulaşmış, düşük emisyonlu hidrojen üretimi ise 1 milyon ton civarına yükselmiştir. Ancak bu büyüme, iklim hedeflerini karşılayacak ölçekte değildir. Bu çalışma, 2025 yılı itibarıyla hidrojen sektörünün mevcut durumunu, üretim ve talep dinamiklerini, teknolojik eğilimleri ve bölgesel gelişmeleri ayrıntılı biçimde incelemektedir.

Küresel enerji dönüşümü sürecinde hidrojen, hem sanayinin karbonsuzlaştırılmasında hem de enerji güvenliğinin artırılmasında kritik bir rol üstlenmektedir. Özellikle 2020 sonrasında birçok ülke, enerji politikalarında hidrojenin stratejik önemini vurgulayan yol haritaları geliştirmiştir. 2025 itibarıyla dünya genelinde 30’dan fazla ülke ulusal hidrojen stratejisini yürürlüğe koymuş, 50’den fazla ülke ise taslak planlarını kamuoyu ile paylaşmıştır.

Hidrojenin temel avantajı, farklı sektörlerde esnek bir biçimde kullanılabilmesidir: sanayi süreçlerinde doğrudan yakıt veya hammadde olarak, taşımacılıkta yakıt hücreleri aracılığıyla, enerji depolamada ise yenilenebilir kaynakların dengesizliğini gidermede önemli katkı sunmaktadır. Ancak tüm bu potansiyeline rağmen, üretim maliyetleri ve altyapı eksiklikleri sektörde hızlı bir dönüşümü sınırlamaktadır.

2024 yılında küresel hidrojen talebi yaklaşık 100 milyon tona ulaşmış ve bir önceki yıla göre yüzde 2 artmıştır. Talep artışı esas olarak rafineri ve kimya sektörlerinden gelmiş; yeni kullanım alanlarının toplam talep içindeki payı yüzde 1’in altında kalmıştır. Biyo-yakıt üretimi bu yeni talebin en büyük kısmını oluşturmuştur.

Hidrojenin büyük bölümü hâlâ fosil yakıtlardan elde edilmektedir. 2024 yılında hidrojen üretiminde 290 milyar metreküp doğal gaz ve 90 milyon ton kömür eşdeğeri enerji kullanılmıştır. Bu da sektörün karbon ayak izini önemli ölçüde artırmaktadır. Düşük emisyonlu hidrojen üretimi yüzde 10 artış göstermesine rağmen, toplam üretimin yalnızca yüzde 1’ine denk gelmektedir.

Projelerin ölçeği ve yatırım kararları açısından da dengesiz bir tablo mevcuttur. 2020’de yalnızca birkaç pilot proje varken, 2025’e gelindiğinde 200’ü aşkın proje yatırım kararı aşamasına ulaşmıştır. Buna rağmen, bu projelerin çoğu henüz devreye alınamamış veya finansman zorlukları nedeniyle ertelenmiştir. Duyurulan projelerin yalnızca yüzde 9’u nihai yatırım kararına (FID) ulaşabilmiştir. Eğer planlanan yatırımlar hayata geçirilirse, 2030 yılı itibarıyla düşük emisyonlu hidrojen üretiminin 4,2 milyon tona yükselmesi beklenmektedir. Bu artış, mevcut seviyeye göre beş katlık bir büyüme anlamına gelse de, hükümetlerin belirlediği hedeflerin oldukça gerisindedir.

Düşük emisyonlu hidrojen üretiminin önündeki en büyük engel, maliyet farkıdır. Hidrojenin fosil yakıtlarla üretilen versiyonu, elektroliz yoluyla üretilen yeşil hidrojenden hâlâ daha ucuzdur. 2022-2023 yıllarındaki doğal gaz fiyat şoklarının ardından, 2024’te fiyatların düşmesi, düşük emisyonlu hidrojenin rekabet gücünü zayıflatmıştır. Buna ek olarak, elektrolizörlerin maliyetinin enflasyon ve yavaş kurulum nedeniyle artması, maliyet farkını genişletmiştir.

Bununla birlikte, 2030’a kadar maliyet farkının kademeli olarak azalması beklenmektedir. Özellikle Çin’de düşük sermaye maliyeti, ucuz yenilenebilir enerji kaynakları ve yerli üretim avantajı sayesinde yenilenebilir hidrojende maliyetlerin hızla düşeceği öngörülmektedir. Avrupa’da ise karbon fiyatlandırması ve karbon yakalama teknolojilerinin (CCUS) yaygınlaşması, maliyet farkını azaltıcı yönde etki yaratacaktır.

Elektroliz teknolojisi, hidrojen üretiminde kilit konumdadır. 2024’te küresel elektrolizör kurulu gücü 2 GW seviyesine ulaşmış, bunun üçte ikisi Çin’de gerçekleştirilmiştir. Çin, yalnızca kapasite açısından değil, aynı zamanda üretim maliyeti bakımından da dünyada liderdir. Çin menşeli elektrolizörlerin üretim maliyeti 600–1200 USD/kW arasında değişirken, Avrupa ve ABD’de bu maliyet 2000–2600 USD/kW düzeyindedir.

Ancak düşük ekipman fiyatı her zaman toplam yatırım maliyetine doğrudan yansımamaktadır; çünkü mühendislik, inşaat ve nakliye giderleri toplam maliyetin yarısından fazlasını oluşturur. Ayrıca Çin’de üretilen ekipmanların uluslararası standartlara uyarlanması, verimlilik kaybı ve bakım sorunları gibi nedenlerle operasyonel maliyetleri artırabilmektedir. Bu durum, kısa vadede Çin dışındaki üreticilerin pazarda rekabet edebilmesi için devlet desteğini zorunlu kılmaktadır.

Hidrojen sektöründeki toplam yatırım hacmi 2024 yılında yaklaşık 8 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu yatırımların büyük bölümü sanayi ve kimya sektörlerine yöneliktir. Rafineri, amonyak ve metanol üretimi gibi mevcut hidrojen kullanım alanları, yatırım kararlarının yüzde 55’ini oluşturmaktadır.

Teknolojik yenilik açısından ise hızlı bir ilerleme gözlenmektedir. Özellikle gemicilik, havacılık ve çelik üretimi gibi sektörlerde hidrojen tabanlı yakıt teknolojilerinde önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Gemi taşımacılığında metanol yakıtlı gemilerin sayısı hızla artmakta; 2025 ortası itibarıyla 60’tan fazla gemi hizmete girmiş, 300’e yakın yeni sipariş verilmiştir. Bu gelişmeler, uluslararası denizcilikte hidrojen bazlı yakıtların gelecekteki potansiyeline işaret etmektedir.

Politika düzeyinde son yıllarda önemli ilerlemeler sağlanmıştır. Avrupa Birliği, Japonya, Hindistan, ABD ve Çin gibi ülkeler hidrojen stratejilerini yürürlüğe koymuş ve çeşitli destek mekanizmaları geliştirmiştir.

Avrupa Birliği, Yenilenebilir Enerji Direktifi (RED) çerçevesinde sanayi ve ulaşım sektörleri için zorunlu kullanım kotaları belirlemiştir. Japonya, hidrojen piyasasında fiyat farkını dengelemek amacıyla 15 yıllık alım garantili fark sözleşmeleri (Contracts for Difference) uygulamaktadır. ABD, Enflasyon Azaltma Yasası (IRA) ile üretim ve altyapı yatırımlarına vergi kredileri sağlamaktadır. Çin ise kamuya ait enerji şirketleri aracılığıyla büyük ölçekli projeleri desteklemekte, aynı zamanda yakıt hücresi araçlar için teşvikler sunmaktadır.

Ancak, bu politikaların uygulanması yavaş ilerlemekte ve düzenleyici belirsizlikler devam etmektedir. AB’de yasaların ulusal mevzuata geçiş süreci yıllar almakta, Hindistan’da teşvik koşulları sık sık değişmekte, gelişmekte olan ülkelerde ise finansman erişimi sınırlı kalmaktadır.

Güneydoğu Asya, hidrojen potansiyeli açısından dikkat çekici bir bölge hâline gelmiştir. Endonezya, Malezya ve Vietnam gibi ülkeler hem üretim hem de tüketim alanında ön plana çıkmaktadır. Bölgedeki hidrojen talebi 2024’te 4 milyon tona ulaşmış; bunun neredeyse yarısı amonyak üretiminden kaynaklanmıştır. Ancak düşük emisyonlu üretim kapasitesi henüz çok sınırlıdır ve projelerin yalnızca küçük bir bölümü yatırım aşamasına geçmiştir.

Vietnam’da inşası süren 240 MW’lık elektroliz tesisi, bölgenin en büyük projelerinden biridir. Bu projeler başarıyla tamamlanırsa, bölge 2030 itibarıyla yıllık 480 bin ton düşük emisyonlu hidrojen üretebilecek duruma gelecektir.

Gelişmekte olan ekonomilerde hidrojen yatırımlarının büyük kısmı ihracat odaklıdır. Afrika, Latin Amerika ve Güneydoğu Asya’daki projelerin yüzde 80’i ihraç ürünlerine yöneliktir. Ancak küresel talep hâlen sınırlı olduğu için bu projeler finansman bulmakta zorlanmaktadır. Ayrıca yüksek sermaye maliyetleri, enerji altyapısının yetersizliği ve düzenleyici belirsizlikler projelerin hızını yavaşlatmaktadır.

Hidrojen ekonomisinin geleceği, üç temel dinamiğe bağlı olarak şekillenecektir: maliyet düşüşü, politika netliği ve teknolojik ölçeklenme.

Birincisi, maliyet düşüşü özellikle Çin’in üretim kapasitesindeki artışla hızlanabilir. Güneş paneli ve batarya sektörlerinde olduğu gibi, Çin kaynaklı ölçek ekonomisi hidrojen teknolojilerinde de fiyatların düşmesini sağlayabilir.

İkincisi, politika netliği ve uluslararası uyum önemlidir. Farklı ülkelerdeki sertifikasyon sistemlerinin (örneğin “yeşil hidrojen” tanımlarının) birbiriyle uyumlu hâle getirilmesi, ticaretin önünü açacaktır. 2025–2026 yıllarında yürürlüğe girmesi beklenen ISO standardı bu konuda önemli bir adım olacaktır.

Üçüncüsü, altyapı entegrasyonu ve sanayi kümelenmeleri, hidrojenin ticarileşmesini hızlandıracaktır. Liman kentlerinde üretim, depolama ve ihracat altyapısının birlikte planlanması, ilk büyük ölçekli başarı örneklerinin ortaya çıkmasını sağlayacaktır.

2025 yılı itibarıyla küresel hidrojen ekonomisi, yüksek beklentiler ve gerçekçi zorluklar arasında dengelenmiş bir geçiş sürecindedir. Talep artışı sürmekte, teknolojik gelişmeler ivme kazanmaktadır; ancak maliyet ve politika engelleri sektörün büyümesini sınırlandırmaktadır.

Kısa vadede, hükümetlerin odaklanması gereken temel öncelikler; yatırım risklerini azaltan finansal mekanizmaların geliştirilmesi, talep yaratıcı politikaların hızla devreye alınması ve altyapı planlamasının hızlandırılmasıdır.

Uzun vadede ise hidrojenin sadece bir enerji taşıyıcısı değil, aynı zamanda küresel sanayi dönüşümünün omurgası hâline geleceği öngörülmektedir. Hidrojenin etkin bir biçimde kullanılması, enerji güvenliği, ekonomik rekabetçilik ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine eş zamanlı katkı sağlayacaktır.

 
Yorumlar

Yorum Yaz



Benzer Yayınlar

Türkiye’nin Hidrojen Vizyonu: Teknolojik Gelişmeler ve Politik Stratejiler

Türkiye’nin Hidrojen Vizyonu: Teknolojik Gelişmeler ve Politik Stratejiler

Küresel ölçekte artan enerji talebi, iklim değişikliğiyle mücadele ve sürdürülebilir kalkınma hedefleri, enerji politikalarında köklü bir dönüşümü zorunlu kılmaktadır

Karbonsuz Geleceğe Doğru: Enerji Depolama Sistemlerinin Teknik, Ekonomik ve Politik Boyutlar

Karbonsuz Geleceğe Doğru: Enerji Depolama Sistemlerinin Teknik, Ekonomik ve Politik Boyutlar

Enerji sistemlerinde güvenilirlik, esneklik ve sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmak için enerji depolama teknolojileri stratejik bir öneme sahiptir